Mittwoch, 27. Februar 2008

Flamenko II



Hier nochmal ein Link zur Mavi Siyah Flamenko Topluluğu... nun komme ich zufällig gerade aus Madrid zurück und habe da gelernt, dass das was später zum nationalspanischen Flamencoklischee wurde, zusammengesetzt ist aus den Tänzen der unteren Klassen in Andalusien und dabei besonders der Gitanes / Çingene / Zigeuner. Nun gibt es Rroma auch in der Türkei, und ---* ja, was ist nun Türk Flamenko?

Tapusina - was sagst du?

PS Ich wäre dankbar für einen Beitrag über türkischen Tango, das hängt ja auch ein bisschen damit zusammen.

* Die Gedankenstriche stehen an der Stelle von Gedanken, ich hoffe später noch einige davon beitragen zu können.

6 Kommentare:

Anonym hat gesagt…

Ob es die Bezeichnung "Türk flamenko" gibt, weiss ich nicht. Ich wollte eher auf die Fusion zwischen türkischer und spanischer Musik anspielen - was meiner Meinung nach sehr gut funktioniert.
Die Gitanos / Çingene haben den Flamenco zwar stark beeinflusst und pflegen ihn in besonderem Maße noch heute, aber es gab noch viel mehr Einflüsse, die den Flamenco zu dem gemacht haben, was er heute ist: christliche, arabische und jüdische Traditionen, die in dieser Kombination ihre Eigenart in Spanien findet; ich sage nur "Al-Andaluz".
Aber wie gut, dass wir in einer globalisierten Welt leben. Vielleicht etabliert sich der Flamenco ja irgendwann auch in der Türkei als eine eigenständige Form? ^^
Übrigens: Das Video ist klasse!

Ulas Sunata hat gesagt…

Ich glaube, suchen nach den Ursprung ist wie ein Schlag ins Wasser. Warum brauchen wir die Auskunft der Herkunft (Ausgangpunkt)?
Origin-Original-Reinheit liegt in der Vergangenheit der Elite.
Hybridisierung ist überall und allemal. [her yerde ve her zaman]
Genießen Sie die hybridizierte Kunst!
Genießen Sie den Unterschied! :)

b1p hat gesagt…

Bei Youtube sind einige Beiträge als "türk flamenko" vorgestellt, wobei mir nicht recht klar ist, ob es da tatsächlich irgendwelche Weiterentwicklung gibt, die das türk rechtfertigt... und auch wenn ich nicht den Ursprung und das Original suche ist mir doch wichtig, wie sich dem vorfindlichen genähert wird - mit Respekt oder als Aneignung.

Bei diesem Video (Öyku ve Berk im TV) zucke ich dann schon zusammen, wenn gleich noch Olé und Viva gerufen wird und Spanien gleich als Komplettklischee reproduziert wird.

b1p hat gesagt…

Na, vielleicht bin ich zu harsch. Das erste Youtubevideo von Öyku und Berk gefällt mir schon. Stimmt es eigentlich, dass der Text ein bekanntes ezgi-Lied ist?

Ulas Sunata hat gesagt…

Das Lied (Türkü) "Evlerinin önü boyalı direk" ist eigentlich ganz bekannt in der Türkei seit vielen Dekaden.
Es gibt verschiedene Darstellungen.
z.B.
http://www.youtube.com/watch?v=dLyHWunlyos
http://www.youtube.com/watch?v=f5C0JisXeJY
http://www.youtube.com/watch?v=o75BpLPVM3Q

"time is a need" adlı rumuzuyla ekşi sözlük'e yazılan yorumlardan biri türküyle ilgili geniş bir analiz yapıyor. Yorumu yorumsuz veriyorum. No comment for this comment :)

"türkünün orjinali hayli karmaşık bir geçmişe sahip. makam arap müziğinden alınma. üzerine yazılan türkçe sözler ise kerkük'lü sanatçı abdurraman kızılay'a ait. türkü'nün uzun hava kısmı "şark bülbülü" lakaplı seyfettin sucu tarafından eklenmiş. aslında türkünün sonradan arabesk yorumunun çıkış noktası da bu uzun havadan almıştır kaynağını. ibrahim tatlıses'in yorumu ile de türkü, halk müziği formundan çıkışının adımını atmış olur.

bugün de yeni bir formla çıktı karşımıza türkü. ikiz kardeşlerin endülüs müziği ile arbeskin benzer olmasına dayandırarak yaptığı flamenko uyarlaması ile...

bütün sanatlarda olduğu gibi müzikte de biçim özle, teknik içerikle uyumlu olmak durumundadır. bir eserde biçim özü parçalıyorsa, onda temel estetik bir sorun var demektir. ne var ki günümüzün baskın postmodern sanat anlayışı, yaratıcılık, farklılık vb. adına estetik biliminin bu en temel ilkesini unutturdu. bu temel sorun öykü-berk kardeşlerin “ismini aleme rüsva eyleme”diyse, bu onların arabesk biçiminden teknik açıdan çok daha ilerde olan yeni yorumlarında gösterdikleri müzikal yetenekleri ve teknik yaratıcılıklarına, ama daha çok “alemin” ruh ve algısına bağlı bir yanılsamadır.

şöyleki; kır yaşam ve alışkanlıklarının kentlerde yaşamaya devam ettiği 70'li, 80'li yıllardan farklı olarak, her şeyin hızlandırıldığı 2000'lerin "alem"i hareketi sever oldu. iş ve yaşam temposunun alabildiğine hızlandığı 2000'lerin toplumunun ruh grafiği de son derece değişkendir. neoliberal dönüşümün getirdiği yıkımla geleneksel değer ve parametrelerin iyice işlevsizleşmesi, buna karşın ufku geleceğe bakan yeni parametrelerin konulamaması, karmaşık ve parçalı bir duygu durum tablosu yarattı. çelişik zevkler, beğeniler, istek ve arzular aynı anda aynı bünyede yaşar oldu. ekonomik, siyasi, idelojik, kültürel neoliberal yeniden yapılandırmanın yarattığı “alem” böyleyken, kendi piyasasını kendisi yaratan bir meta olarak ona sunulan sanat da bununla tam uyum içinde oldu. işte bütün sır burada.

şimdi sokaklarda gitar ve darbuka ritmiyle kulağımıza gelen o “meşhur” parça, anlam dünyamızın neresine oturuyor? bize ne anlatıyor, onu nasıl algılıyoruz ve ne hissediyoruz onu dinlediğimizde? bunları biraz düşündüğümüzde flamenko yorumunda evlerinin önü boyalı direk, bir çeşit alay gibi mi geliyor? öyle ya, ciğerlerim kanıyor, şıkıdım şıkıdım… ciğerlerim kanıyor, heyaa, ayyayaa… insanın ciğeri kanıyorken oynamasında bir tuhaflık yok mudur sizce? feleğin yerden yere vurduğu bir yürek ‘haydi kollar havaya’ diyerekten şıkıdım şıkıdım dansa duramaz; duruyorsa bir terslik var bu işte.

halkların duyguları farklı ezgi ve makamlarla dile gelir. endülüs kültüründe aşk da acı da hareketlidir, kıpır kıpırdır. kırmızının en koyu tonundadır her duygu. flamenko budur. dinamik bir formdur.

bizde ise ciğeri kanıyor, yüreği yanıyorsa birisinin hareketli bir formla bunu dile getirmesi alay gibi bir şey olur. toplumlarda, çaresizlik duygusu yaygınlaştığında, insan eğer intihar etmiyor ya da kendini jiletlemiyorsa bazen kendilerini alaya alır; flamenko makamında dinlediğimiz evlerinin önü boyalı direk fırtınası da kendimize alayımızdır; farkında olmadan bilinçsizce yaptığımız.

çünkü toplumsal acılarımızı dile getiren makamımızı kaybettik. öylesine bir parçalanma yaşadık ve yaşıyoruz ki duygularımızı dile getirecek hiç bir ezgi kalmadı elimizde. parçalandık. kişilik bütünlüğümüz parçalandı. duygu ve anlam dünyamız parçalandı. hislerimiz parçalandı. ciğerlerimiz kanıyor, acıdan yerimizde duramıyoruz. arabesk uyuşturmaya yetmiyor. ve arsızca gülerek oynuyoruz. ciğerlerimizin yandığını unutmak için, şıkıdım şıkıdım oynayarak ferahlamaya çalışıyoruz. nereye kadar?.."

Ulas Sunata hat gesagt…

bu türküyle ilgili daha ilginç bir analiz ise "aurora borealis" rumuzlu ekşi sözlük yazarından ilginize sunulur. sevgilerimle,

"oyku-berk kardeslerce uzerinde dusunulmus, planlanmis midir bilemesem de, yapisal olarak cok basarili bir sarkidir bu. soyle ki:

flamenko ispanya'nin halk muzigidir, folkudur. flamenkonun olusumunda, guneydogu anadolu halk turkulerinde de bilhassa gorulebilecegi uzere arap etkilesimi mevcuttur. turk insanina gayet asina gelen bu etki, bizlerin genel olarak paco de lucia'lara, gypsy kings'lere milletce begeniyle yaklasmamizin kanimca sebebidir. flamenko dansi da aynen folklorumuz gibi, bilinerek usuluyle oynanabilecegi gibi, dugunde dernekte muzigi duydukca kendini piste atmak suretiyle de yapilabilmektedir. bu muzik belki akdenizlilik ortak paydasi da eklenince kulagimiza gayet hos gelmekte, diger ulkelerin halk muziklerine oranla (misal bir country) kanimizi daha cok kaynatmaktadir. biz bozlakta duydugumuz gonul titremesini, sozlerini bilsek flamenkoda da gayet yasayabiliriz. zira sarkilar gonul yarasi, ayrilik, talihsiz omurler, yalnizlik, sevgiliye ovgu gibi birbirine benzer temalar icermektedir. bizim halk muzigimizde de, dusunulenin aksine, acilar bazen oynak turkulerle anlatilmaktadir. misal kaslarinin karasina yahut gonlum ataslara yandi gidiyor aci cekenle alay edilen eserler gayet degillerdir. kaldi ki evlerinin onu boyali direk de orjinalinde gayet oynak bir turkudur. o yuzden turk halk muzigi aciyi ancak agitla anlatabilmek gibi bir zorunluluga sahip degildir.

o acidan bu iki kardesin yaptigi sey, kulturumuzun dejenerasyonu degil, insanoglunun cografik farkliliklara ragmen nasil ayni paralelde ilerledigine ornek bir sentezdir. bu sarki yuzunden kisiligimizin kaybi icin telaslanip postmodern dunya yergileriyle suslu bir paranoya agidi yakmak degil, turklugun yanisira insanligimizi hatirlayip, dunya sahnesindeki yerimizi, bu kulturel mozaikteki varligimizi kutlamamiz, diger halklara ve onlarin ezilmisliklerine empati duymamiz gereklidir. bu vesile ile turkulere asina olan nesil icin sevinmek, baska turkulere, baska yorelere de acilmalarini ummak gereklidir. adi ustunde, halk muzigimiz, imparatorluklar, fetihler, savaslar, talihsizlikler, abuk subuk politikalar, ezilmisliklere ragmen yine de insan gibi yasamaya calismis halkin muzigidir. halk muzigi denince ruhen ve koken olarak bunun hepsi birdir, ayni duygunun, ayni yasanmisligin urunudur. dunya halk muziklerini sanat muziklerinden, yani saray muziginden (klasik muzikten) ayiran da budur.

su satirlari yazarken youtube'da bu sarkiyi dinliyorum, arsizca gulerek oynuyorum."